Köpekler En Yakın Dostumuz!
11 Aralık 2021Kamu Spotu: Kolluk Kuvvetine Direnmemek Gerek
15 Aralık 2021Yazıya başlamadan önce bir uyarı yapmak istiyorum. Birazdan yazacağım bugün gözlemlediğim ve bu gözlem sonucu hissettiğim duygular ve düşündüğüm düşünceleri kimseyi hakir gördüğüm için değil, bu durumdan insanlık olarak rahatsız olduğum için paylaşacağım. Eğer yanlış tabirler kullanır, kalbinizi kırarsam, art niyetle bunu yapmadığımı bilin lütfen.
Bugün ihracat yapan bir narenciye tesisini görme fırsatım oldu. İçeride portakallar, mandalinalar, limonlar paketleniyor ve en başta Rusya olmak üzere Kafkasya bölgelerine ihracat yapılıyormuş. Tesisin için rengârenk ve mis kokulu. Fakat çalışma standartları olarak maalesef hiç de iç açıcı değil. Bu sene içimdeki bastırılmış politik düşüncelere anlam verebilmek ve yönetimleri tanıyabilmek için 1900 ve 1800’lü yıllarda ve öncesinde yazılmış genellikle sosyalizm ve anarşizm içerikli kitaplar okuyorum. İlk yaptığım tespit ise şu oldu; 1848’de meydana gelen işçi devrimi zamanında çalışan işçilerin, 1860 yılında Bay Bourcart’ın mesai saatleri önerisinden ve çocukların işçi olmasını önleyen devrimin yani 1800lü yılların çalışma koşullarını okuduğumuz zaman bugün ziyaret ettiğim tesiste çalışanların hiçbir farkının olmadığını gördüm.
Sosyalistlerin proletarya, kapitalistlerin mavi yaka dediği bu işçi sınıfının yüzyıllar önce başarmış olduğu çalışma standartlarındaki iyileştirme devrimleri bugün o tesiste yoktu. Tesiste sanırım henüz 14 yaşında olan ve zorunlu eğitim seviyesinde olan çocuklar işçiydi, üretim hatlarından ayrılan kişilere işçi başı sanki köpeğe bağırır gibi işinin başına dön diye uyarıyordu. Hatta yetmezmiş gibi tek tek isim vererek hiç de kibar olmayan tarzda yavaş çalıştığını, işi aksattığını, daha hızlı çalışması gerektiğini söyleyip çalışanları rencide ediyordu. Maalesef bugüne kadar yaşanmış devrimlerin ve işçi sınıfının kazandığı haklarının hiçbirini burada göremedim.
Olaya duygusal yaklaşıyorsun diyenler olabilir. Fakat daha önce çocuk yaşlarda çarşıda çaycılık, sanayide kalfalık yaptığımda hiç bu şartlarda çalışmadım. Başak Traktör’de Dijital Pazarlama Uzmanlığı yaptığım zamanlarda iş güvenliği uzmanları ile üretim hattını kontrol ettiğim zamanlar oldu. Orada hiç bu çalışma koşullarına şahit olmadığım gibi birde iş güvenliğinin, işveren açısından ne kadar önemli olduğunu gözlemledim. Toyota Fabrikasının üretim hattında, iş güvenliğinin üretimden daha kıymetli olduğunu deneyimledim. Tüm bu deneyimlerin işçi sınıfının yüz yıllardır verdiği mücadelesinin başarılı sonuçlarıydı. Fakat bu devrimlerin, bu yöreye uğramamış olması maalesef insanlık için üzücü.
Peki işçi sınıfının bu devrimleri neden bu yöreye uğramamış? Sanırım bunun çeşitli açıklamaları vardır ancak en basit açıklaması eğitim olacaktır. İlkokulu zorla bitirmiş, değil dünyayı kendisini tanımamış bir birey olmakta zorluk çeken, suç işlemek ile kendi emeği üzerinden para kazanmak seçimini kendi emeğiyle para kazanmak yolunda seçim yapmış bu insanlar ilk başta eğitimsiz oldukları için bu durumda çalışıyorlar. Diyelim ki bu insanlar eğitimsiz, peki bu insanlara işverenler? Bu tesisleri kurmak için belki bir üniversite diplomasına ihtiyaçları yok ama belirli bir hayat standartı yakalamış ve tecrübe edinmiş olmaları şart. Peki bu işverenler neden çalışanlarına böyle acımasız davranıyor? Muhtemelen burada çalışanların çoğu bir çavuş tarafından her gün evlerinden alınıp bu tesise getiriliyor, çavuş getirdiği kişi başına ücret alıyor, getirdiği çalışanları çalıştırmak için yukarıda bahsettiğim gibi türlü rencide edici ithamlarda bulunuyor. İşverenin buna izin vermesi ne kadar etik?
Bugün gördüklerimden sonra bu işvereni faşo ağayla gözümde bir tuttum ve sonra dedim ki; ulan faşo ağa bunlardan daha vicdanlı… Bu noktada bizlere de büyük bir pay düştüğünü düşünüyorum. Neden? Mesela öğretmenseniz ve eğitim verdiğiniz bölgede bu durumlar yaşanıyorsa, eğitim verdiğiniz çocukları bilinçlendirmek bizim görevimiz olmalı. Bu durumların usulsüzlük olduğunu düşünüyorsak ilgili mercilere bildirmek bizim vatandaşlık görevimiz olmalı. Bu tip durumlarda işveren; ben bu kadar kişi istihdam ediyorum, ben iş vermesem illegal kazanç yönetmelerine bulaşırlar, ülkeme vergimi veriyorum, ihracat yaparak ülkeme katma değer kazandırıyorum vb. gibi savunmalarda bulunup kendini haklı çıkarmaya çalışacaktır. Fakat unutmayın ki halk devletleri yaşatmak için değil, devletler halkı korumak için vardır ve öncelik devletin büyümesi değil, halkın refahını sağlamasıdır. Şeyh Edebali’nin Osman Gazi’ye verdiği öğüt gibi; “insanı yaşat ki, devlet yaşasın!“
Serkan Dinç sitesinden daha fazla şey keşfedin
Subscribe to get the latest posts sent to your email.