
Çok Burjuvazi Dertler
1 Mayıs 2025
Gittim: Susuz Han – Bucak’ın Tarihi Kervansaraylarından Biri
11 Mayıs 202503.05.2025 tarihinde sevgili eşimle birlikte içinde bulunduğumuz bok gibi borç batağının kokusuna aldırış etmeden, bize asgari ücretin cüzi bir miktarına mâl olan Müfit Can Saçıntı’nın Bir 80’ler Hikayesi tiyatro oyununu izlemeye gittik. Kusura bakmayın böyle bir giriş yapıyorum fakat oyunun içinde çok değerli sanatçı Müfit Can Saçıntı tatlı bir dille bunun iğnelemesini zaten yapıyor. Ben sadece kendi sinirim ve üzüntümle kendime has yumuşatarak duygularımı belli etmeye çalışıyorum. Müfit abimiz, o mandıra filozofu, bu gerçeği yüzümüze vururken biz aylardır bu sıkıntıyı çekiyoruz. Tiyatro biletleri 150 TL’ydi. Şimdi? 500-900 bandında! İnsan kahroluyor, cüzdan zaten iflas bayrağını çekti. Kaldı ki biz nişanlıyken eşime üst düzey tiyatro armağan ettiğim zaman yani yıldız topluluğu oyuncuların büyük prodüksiyonlarla oynadığı pahalı tiyatro oyunu bileti armağan ettiğim zaman biletler bu kadardı ve gelirimiz maalesef tiyatro biletlerinin artışı kadar artmadı. Tabii ki bu başka bir konu ama üzgünüz ve kızgınız!
Neyse bunları bir kenara atalım ve uzun süre sonra gittiğimiz bir oyunun bizde bıraktığı o mükemmel etkiden bahsedelim. Mü kem melllll bir etki!
Düzenli tiyatro izlemeye başladığım zamanlardan beri sahnede izlemek istediklerimden biriydi Müfit Can Saçıntı. Filmlerini izledikten sonra YouTube kanalları henüz yeni yeni kurumsallaşmaya başladığı zamanlarda takip etmeye başlamıştım kendisini. Gerçek bir filozof, gerçek bir sanat camiası adamı. Yaptıkları işler sanatı, sanat için değil toplum için olduğunu gösteren birisi. Fikirleriyle insanı olgunlaştıran ve eğiten bir karakter. Gerçek biri olduğuna inanmak zor fakat takip edenler, hayat hikayesini bilenler bilir Yeşilçam’ın toplumsal filmlerinden çıkmış muzip bir karakter gibi. Zaten Bir 80’ler Hikayesi tiyatro oyunuda farklı bir şey değil. Yine kendisini takip edenlerin bildiği hayat hikayesini çeşitli motiflerle süsleyip, güncel dokundurmalar yaptığı harika bir gösteri.
Konuya nasıl gireceğimi bilemedim, fakat lafı da uzatmak istemiyorum. O yüzden tiyatro salonuna girişten başlayıp çıkana kadar olanları anlatarak yazının sonuna doğru ilerleyeyim. Elbette ben Serkan Dinç, hoşnutsuz adam olarak şikayetlerimi de dile getireceğim. Ancak şikayetim oyuna karşı değil, oyunun organizatörlerine ve salon yetkililerine karşı. Abi o nasıl bir ses sistemi, o nasıl bir mikrofon kontrolü ve kalitesi? Mikrofonları bir milyonculardan mı aldınız? Kesinlikle bir milyonculardan aldınız çünkü o kaliteyi ben ortaokulda “Bir çubuk mikrofon ve bir bilgisayar” sloganıyla rap yaptığımız zamanlardan biliyorum! Ses biraz daha kaliteli olsun, mikrofon sesi yakalasın diye birde mikrofonun ucuna sünger çorap falan koyardık. Keşke siz de koysaydınız! Salonun ses sistemi o kadar kötü ki, Müfit Can abimiz konuşuyor, mikrofon sanki hükümete oy vermiş gibi ‘Ben bu işe karışmam!’ deyip susuyor. Muazzam bir oyuna gölge düşüren feci bir Hata!
Bir 80’ler Hikayesi tiyatro oyununu izlemek için Afyon Ted Koleji’nin salonuna geldiğimizde bizi sahnede 80’lere has ledlerin süslediği 80’lerin gazete manşetleri, 80’lere has kıyafetlerin asılı olduğu çamaşır ipi, çevirmeli telefon, bir sehpa ve sandalye karşıladı. Aklımda ilk olarak Kemal Sunal’ın Çöpçüler Kralı olarak kadınlar matinesinde sahneye atlayıp şarkı söylediği o sahne canlandı. Ben 90’lar çocuğuyum fakat 90’larda hemen hemen böyleydi. Sahne önünde fotoğraf çekilmeye başlayan izleyiciler olduğunda sahneden iki tane üniformalı çıkıp fotoğraf çekilenlerin kadrajına girip jopla tehditkar pozlar verdiler ve sonra girişe yöneldiler. Bu sahne aklıma Ferhan Şensoy’un Youtube’tan izlediğim oyunlarındaki ortaoyuncular topluluğunun oyun öncesi Beyoğlu’na çıkıp iğne satması, haraç kesmesi gibi sahnelerini aklıma getirdi. Bunları düşünürken yine bir kemancı sahneye çıkıp 80’lerin şarkılarını çalmaya başlayıp oyun öncesi izleyiciyi havaya soktu. Tabii şarkılar efsane fakat ses organizasyonu bu efsaneyi nasıl baltaladı… Ahh… Yine de keyifliydi. Eşimle beraber hala Cem Karaca’nın Göz Yaşları filminin etkisinde olduğumuz için Cem Karaca şarkıları dinlemek, eşimin bayıldığı Yeni Türkü şarkılarına eşlik etmek muazzam bir detaydı.
Oyun başladığında ise Müfit Can Saçıntı bizlere hayat hikayesini anlatmaya başladı. Bir yandan oyunu izleyip bir yandan anlattıklarını muhakeme etmek izleyicileri çeşitli zıt duygu değişimleri yaşattı. Yani en azından beni yaşattı. Zaten bildiğimiz, aşina olduğumuz olaylardı bunlar ama bunları bizzat yaşamış birinden mizahi bir dille bunları dinlemek bir yandan gülerken bir yandan da derin düşüncelere dalmamı engelleyemedi. İnsan düşünmeden edemiyor. Lütfen sizde bir düşünün Bir astsubay babanın çocuğunun sıkı yönetim zamanında yasak şiirlerden dolayı hapiste vakit geçirmesini ve işkencelere maruz kalmasının ne demek olduğunu bir düşünün lütfen! Asker bir babanın çocuğu olarak ailesinin böyle bir duruma düşürmenin verdiği duygusal ağırlığı, asker bir baba olarak evladının böyle bir duruma düşmesini, kocasının ve evladının bunları yaşamasını izleyen bir annenin hissettiklerini düşünün lütfen. Sahnede oyuncu bunları mizahla harmanlayıp anlatmasına rağmen yaşanan bu dramın içine bir girin lütfen…
Son zamanlarda bazı arkadaşlarım kişisel gelişim için kitap önerileri, fikir edinmek için okuyabilecekleri kitap önerileri istiyor benden. Birine fikirlerine göre, en azından bazı fikirlerine göre şekillenmesi için ve bakış açısı için evde okuduğum kitaplardan veriyorum ve hangi bakış açısıyla okuması gerektiğini tavsiye ediyorum. Bazılarına ise cevabım sabit; hangi kitabı tavsiye edersem edeyim benim bakış açımla okumayacağın için verdiğim tavsiye işe yaramaz. Bunun yerine istediğin kitabı oku ama oku ve farklı hayatları ve fikirleri tanı diyorum. Bu tiyatro oyununu izlerken aklıma bu dank etti. Kişisel gelişim için sadece kitap okumak yetmiyor. Farklı hayatları ve tecrübeleri de tanımak gerekiyor. Bu kişisel gelişim sağ görüşlü, sol görüşlü çeşit çeşit insanı tanımak ve onlarla dertlenmekten geçtiğini düşünüyorum. Tam olarak bu oyunu izlerken bunu düşündüm çünkü bilmiyoruz. Görüşlerinin yanlış olduğunu, yanlış bir insan olduğunu, yanlış düşündüğünü düşündüğümüz insanların neden öyle düşündüğünü bilmiyoruz. Onu o noktaya neyin getirdiğini, neler yaşadığını ve ne istediğini bilmiyoruz. Sağlı sollu düşüncelerdeki insanlar aynı şeyleri istiyorlar, farklı yollarla farklı şekillerde istiyorlar ama neden ve nasılını bilmiyoruz.
Hani bir laf vardır. Delilik ile velilik arasında ince bir çizgi vardır diye. Yunus Emre’yi, Hallacı Mansur’u Farabi’yi vb. bir çok tarihi kişi veli olarak biliyoruz fakat döneminin insanları bu kişileri hep suçlamışlar ve onları velilikten deliliğe terfi ettirmişler. Kimisini öldürmüşler kimisini topraklarından sürmüşler. Neden biliyor musunuz? Çünkü anlamamışlar ve öğrenmemişler. Onlara göre velilerniş sonra delirmişler. İşte bu delilik o insanların anlamadığı bir velilik hali olduğunu bilememişler ve sonuç hep hüzün. Bu oyunu izlerken işte bu gibi düşünceler aklımdan geçip durdu. İstiyorum ki insanlar kişisel olarak gelişsin ve deli olarak gördükleri velilere artık deli demesinler, zaten bu herifte aşırıydı, bu herifte bağnaz dinci, bu herif komünistti demesinler. Bir baksınlar bakalım ya kimmiş bu… Ben bunları düşünürken bu insanları tanımamış olsaydım, Onur Ünlü okumamış olsaydım bunları düşünemezdim. Onur Ünlü’nün Alper Kırklar ile olan röportajını okuduktan sonra hakkında yazdığım yazıda şöyle yazmıştım; “Olayların bitişi yada gelişmesi değil, ilk hareketi neydi? Bu düşünce olayları kavramak için aslında ilk başvurmamız gereken nokta değil mi? Oysaki biz hep ilk hareket yerine sonuca odaklanırız. Oysaki Allah bile bize karşı niyeti üstün tutarken bir hatice ile değil netice ile uğraşıyoruz. Bundan sonra bir farkındalık yaratan konu ise toplumla iletişimi sıkıntılı olan insanlar için söylediği söz; toplumla ilişki kuramayan birey, suç üzerinden ilişki kurmaya çalışır. Suç, bu taraftan suç, o taraftan günah demektir.” Anlatabiliyorumdur umarım…
Serkan Dinç sitesinden daha fazla şey keşfedin
Subscribe to get the latest posts sent to your email.