Kutsal Kitap – Kitabı Mukaddes Şirketi
6 Nisan 2024Instagram’ın Engelenmesi ve Kaosun Yönetimi
30 Ağustos 2024Bu yazıyı 6 Haziran 2024 tarihinde yazmıştım. Sonra yayınlamaktan vazgeçtim. Fakat şimdi yayınlamak istiyorum. Çünkü… Çünksünü yazının sonunda paylaşmak istiyorum. İlk önce bir derdimi anlatayım sonra neden yayınlamaya karar verdiğimin çünküsünü paylaşayım.
Ot Dergisi’nin Mart ayı sayısını okurken (evet her ay alıyorum ama okumuyorum, öyle kenarda duruyor. Şimdi okuyasım tuttu.) Gülsen İşeri’nin Kürt işçiler ile alakalı bir yazısı, belki röportajda denilebilir. Bilmiyorum. Edebiyatla alakalı pek şey bilmiyorum. Edebiyatla alakam sadece -yat tarafında. Bu yüzden edebiyatla alakalı bir kadınla evlilik sürecindeyim. (Bu yazıyı yazdığımda süreçteydim, şu an evliyim.) Bundan sonra o edebi tarafını ben ise yatma tarafını temsil edeceğiz. Neyse diyeceğim şu ki; Kürt işçiler vardır, Türk işçiler vardır. İşçileri Türk ve Kürt diye ayırmak ve bunları ayrı ayrı sorun etmek bence ırkçılıktır.
Misal yazının bir yerinde “Kadınlar için hijyen koşulları da erkeklere göre çok daha önemli bir ihtiyaçken ne yazık ki o bile sağlanmıyor.” gibi bir anlatı geçiyor. Kadın işçiler için temiz bir ortam olmaması ile ilgili bir problemden bahsediyor yazar. Hatta onlar için bu ortamın temin edilmemesinden şikayet ediyor. Bu tarz şeyleri ben şöyle okuyorum; “kadın ve erkek eşit değildir, erkeğin yaptığı her işi kadın yapamaz. Kadınlar erkeklere sağlanan ortamlarda çalışamaz. Kadınların erkek işini yapması için belirli bir ortam sağlanması gerekir.” Eğer okuduğum doğruysa, evet baştacı. Hak veriyorum. Zaten Sokrates’te vatandaşlar erdemleri doğrultusunda eşitlerdir derken de bunu anlatıyordu sanırım. Fakat Sosyal Medya’da gördüğüm bir çok saçma feminist, bu fikri kabul etmeyecek, bunu eril bir dil olmakla suçlayacak, kadın erkek eşittir diyecek bla bla bla… Fakat bu başka bir yazının konusu elbette. Şimdilik, yani diyeceğim şu ki Türk ve Kürt işçileri, Türk ve Kürt diye ayırmak için sebeplerimiz neler? Bu çok düşmanca bir yaklaşım değil mi? Açıkçası bu durum beni rahatsız etti. Üstelik ben doğuştan ırkçı biriyim bunun altını çizelim. Çünkü;
“…Geçen kahveye gittik, memleketten annem aradı, Kürtçe konuştum, kafamı bir kaldırdım ki kahvehane başıma toplanmış. ‘Burada Kürtçe konuşmayacaksın!’ diye bağırmaya başladılar. Sustum.” diyor Karadeniz’e fındık toplamaya gelmiş Kürt işçi. Bu çok sıkıntılı bir durum değil mi? Üzücü, acı verici. Çünkü çiçek gibi ülkemizin, bir rengini görmek bizi rahatsız ediyor. Fakat bunun altında yatan bir travma, bir neden sonuç ilişkisi yok mu? Bunu nasıl görmezden gelelim? Bu renk çiçekler bizim bahçemizdeki diğer çiçeklerin solmasına, bu bahçenin verimsizleşmesine neden olmadı mı? Neden olmuyor mu?
Ben doğuştan ırkçıyım diyorum çünkü bizim Kürt komşumuz ben küçükken diğer arkadaşıyla Kürtçe konuşup anlaştıktan sonra bana saldırırlardı. Kendimi savunacak bir zamanım olmaz neler olduğunu anlamazdım. Kur’an kursunda peşimden gelen başka bir ufak Kürt’ü ittirdiğim için bir aşiretten dayak yedim. Haksız değildim. Haklı da değildim. Ortada bir hakta yoktu. Sebepsizce dayak yedim. Çünkü kalabalıklardı, beni dövebilirlerdi, çünkü beni tehdit eden ufaklıklarını peşimden gitmesi için ittirmiştim… Ben daha çocukken yaşadığım bu ötekileştirilme ve zulüm karşısında büyüdüğümde sadece belirli bir ırkla problem yaşayıp, böyle bir ortamda neden ırkçı olmayayım. Böyle bir ortamda “burada Kürtçe konuşmayacaksın” diye bağırırlar. Bu bana çok doğal geliyor. Çünkü benim yaşıtlarım, benim toprakdaşlarım sırf bu dili konuşmadıkları için ülkemizin doğusunu gezmeye çekinerek gidiyorlar. Benim Kars’a askere gideceğimi öğrenen ailem donup kalmıştı. Ama Kars yani ya, Kars burası… Hiçte donup kalınacak bir yer değildi, tam aksine eksi kırk dereceye rağmen o kadar sıcaktı ki babu anlatamam. Ama işte bizimkiler sırf Kürtçe yüzünden donup kalıyor buraya…
“Ne yapalım abla, biz buraya sadece çalışmaya geliyoruz, bazen 10 gün bazen de 15 gün kalıp gidiyoruz. Hepimiz insanız ama ne zaman ki Doğu’da olaylar oluyor, buradaki insanlar bir anda düşman kesiliyor bize.”
Aynı bunu söyleyen Cebir bey gibi bende merak ediyorum; “ne yapacağız?” Bende senin ülkemizin batısına geldiğin gibi rahat bir şekilde ülkemizin doğusuna gitmek istiyorum. Ama ne zaman bir olay olacak, önümüzü kim kesecek, o dağlara çıkıp pınarların kaynağından su içebilecek miyim yoksa birisi önümü kesip “işgalci T.C.’nin faşist yoldaşı” diyip beni öldürecek mi ya da işkence edecek mi diye korkuyorum. Oysaki ne güzel insanlar, ne güzel dostluklar, ağzından çıkacak kelimeleri dinlemek için ağzının içine düşülecek büyükler var orada…
Ben bu yazıyı yayınlamayacaktım. Çünkü yorum yazma zahmetine girecek insanların yazacağı yorumları, henüz bu yazıyı aklımda tasarlarken tahmin edebiliyordum. Fakat 12 Ağustos 2024 tarihinde yani ben bu yazıyı yazıp, yayınlamaktan vazgeçtikten yaklaşık 1 buçuk ay sonra haber ajanslarına düşen bir haber yüzünden yayınlamaya karar verdim. Haber özeti şöyle; “Şırnak Silopi’de maden işçilerini taşıyan servis aracına saldırı: 1 kişi yaşamını yitirdi, 2’si ağır 8 kişi yaralandı.” Artık sanki bir problem yokmuş gibi ajitasyonlar yapıp, mağduru oynamayı bırakmak yerine problemleri mi çözsek?
Serkan Dinç sitesinden daha fazla şey keşfedin
Subscribe to get the latest posts sent to your email.
1 Comment
Ben, yayınlama fikrinin yanındayım, çünkü konu hassas ama anlaşılması da gerekiyor.