
Seyretix – Fahrenheit 451 Rezaleti
13 Aralık 2020
Ortaoyuncular YouTube Kanalı Açıldı!
17 Aralık 2020Yazıya Erdal Beşikçioğlu’nun bu fantastik oyunu bizlere sunmasını övmek ile mi başlasam, sahne kurgusunu överek mi, yoksa oyuncuları överek mi bilemedim. Aynı zamanda Seyretix’in kriz zamanlarında, başarısız kriz yönetimini yererekte başlayabilirim. Fakat bunu başka bir yazıya bıraktım. Seyretix – Fahrenheit 451 Rezaleti tıklayarak okuyabilirsiniz. Çünkü bu kadar güzel metin, fantastik kurgu, harika oyunculuk kısaca dört dörtlük tiyatro oyununu sadece övmek ve teknik başarısızlıklarla yermek istemiyorum. Hiç Bir Yerden Haberler kitabının ardından oluşan Ütopya kelimesinin ardından, birde bunun tersi denenmeliydi ve ardından Distopya konulu kitaplar çıkageldi. Edebiyatın bile market raflarındaki Popülerizmin kurbanı olduğu çağımızda Otomatik Portakal, Hayvan Çiftliği ve tabiki Fahrenheit 451 kitapları bu Distopya kategorileri içinde öncüler. Ne kadar edebi kitaplar bunun tartışmasını edebiyatçılar yapa dursun bazen sanat sadece ince zevkler için değil, insanları harekete geçirmek içinde kullanılmalı ve popüler olmalıdır. Maalesef bir kaç yıldır popüler olan bu distopya kitapları, bu zamanlarda artık popülerliğini yitirmiş, kendi alanlarında çok konuşulmasına rağmen hiçbir topluluğu harekete geçirememiştir. Dünyamız hala aynı çöplüğe evrilmeye devam etmekte. Fahrenheit 451 insanların tek bir kalıba sokulduğu, düşünmelerine engel olunup onların adına başkalarının düşündüğü distopyayı anlatıyor. Tabi düşünceleri engellemek için insanlara boş zaman vermiyorlar, okuyupta düşünmesinler diye kitapları yakıyorlar ve insanlar televizyon karşısında adeta hipnotize edilerek hiçbir şeye isyan etmeye, itiraz etmeye vakti kalmaması sağlanıyor. Fahrenheit 451 “Dünyanın Adaleti A.Ş.”
Maalesef tiyatro ile tanışmam, izlediğim oyunlar hep online oldu. Youtube sağolsun beni Ortaoyuncular, Ali Poyrazoğlu Tiyatrosu, Devekuşu Kabare, Nejat Uygur Tiyatrosu gibi oyunlarla tanıştırdı. Yani tiyatro oyunlarını online olarak izlemek ile alakalı bir sıkıntım yok. Fakat bu konuda olur mu abi salonda o oyuncuları görmek gibi olmaz, o sahnenin tozunu hissetmen lazım, tiyatro oyunu bu, film izlemek istesek Netflix açarız diyenler var. Her daimde böyle muhalifler olacaktır. Olmasında bir sıkıntı yok. Zaten olmazsa tiyatro oyununu izlediğim Fahrenheit 451 kitabındaki dünyada yaşıyor olduğumuzu söylerdim. Hani tiyatrolarda bir ses sorunu vardır. Hiç çözülmez bu sorun, ya çok fazla gelir ses bizi rahatsız eder ya da o kadar kısıktır ki hiç duyulmaz. Online gösterimde tiyatrolardaki temel ses sorununun ne kadar etki edeceğini düşünerek çelişkiler içindeydim. Tiyatro oyunu başladıktan sonra ses kalitesi aklımdaki tüm soruları sildi süpürdüi. Görüntüden konuşmak gerekirsede, görüntü yönetmenini ayakta alkışlamak isterim. Bu pandemi döneminde evinde tiyatro izlemek isteyen herkes çekinmeden izleyebilir. Nargilemi, kahvemi ve pastamı alıp, ışıkları kapatıp projeksiyon karşısında tiyatro izlemek sanırım yeni hobilerim arasına girmiş bulunmakta.
Dekor Işık ve Kostümler
Erdal Beşikçioğlu’nun Bir Delinin Hatıra Defteri tiyatro oyunundaki marjinal sahne fikrini düşünürsek, ahrenheit 451’de de bu marjinalliği devam ettirdiğini görebiliriz. Dekor tasarımı Barış Dinçel tarafından yapılan dekor oyunun kurgusu içinde çok önemli bir rol oynuyor ve oyundaki her bölümün içine girmemizi sağlıyor. Yeri geliyor bir ev, yeri geliyor metro istasyonu, yeri geliyor evin önündeki sokak oluyor. Hareketli bir dekor oyunun dinamiğinide arttırıp keyifli bir seyir zevki sunuyor. Fakat dekorda tek başına bir etken değil. Dekoru tamamlayan ışık ve sis efektleri bu yemeğin içindeki en lezzetli baharatlar. Kostümler ise oyunun bize sunmuş olduğu distopyayı hissetmemiz için sadece gözlerimize değil adeta aklımıza hitap ediyor. Daha deri, koyu ağırlıklı kostümler faşistliği ve diktatörlüğü çağrıştırırken özellikle Clarisse’nin kontümleri ise ümidi, mutluluğu damarlarımıza enjekte ediyor. Bazı yorumları okurken özellikle dekorun gereksiz olduğunu söyleyenleri gördüm. Benim fikrimce düz olağan bir dekor olsaydı bu tiyatro oyunu basit bir makarna olurdu. Fakat bu dekor, bu ışıklar ve efektlerle birlikte harika aromalı bir makarna olmuş.
Düşünmek Hastalıktır, Düşünen İnsan İse Hasta
Alman fizikçi Daniel Gabriel Fahrenheit tarafından 1724 yılında oluşturulan sıcaklık ölçü birimi olan fahrenheita göre kağıt 451 derecede yanmaktadır. Kitapta anlatılan hikayede ise, kitapları yaktıkları için, kağıdın tutuşma derecesi bu kitaba isim kaynağı olmuş. Kitapta düşünmenin hastalık olduğu, düşünen insanlarında hasta olduğu ve daha güvenli, huzurlu bir toplumun oluşması, insanların düşünmemelerini sağladıkları zaman mümkün olacağından kitapları yakıyorlar. İnsanlar düşünmesin diye onlara boş zaman bırakmıyorlar. Sürekli yazılı tarih dersleri, spor aktiviteleri ve bol bol televizyon seyrettiriyorlar. (Kitap yazıldığı zamanlarda Instagram yoktu ancak bana sorarsanız hikayedeki televizyon metaforu günümüz sosyal medyasının birebir aynısı. Bu konuyu Mildred’in televizyon aşkında değineceğim.) Televizyon tutkusu o kadar büyük ki evlerinin duvarları televizyondan oluşmakta. Guy Montag, Clarisse tarafından uyandırıldıktan yani soru sorması için teşvik edildikten sonra yakması gereken kitapların içinden bir kitap çalar. Bu kitabı anlamak için Clarisse’nin dedesi olan Profösör Faber ile metroda buluşurlar. Kendini ödlek, korkak biri olarak gören Profösör bu zamanların geleceğini önceden öngörmüş fakat ses çıkartmadığı için pişmandır. Ne zaman bu sistemi kuruldu, kitapları yakmaya başladılar, o zaman sessizce bağırmış hatta biraz da homurdanmış olsada artık zaman çok geçtir. Kitaplar yakılmış, insanlara kendilerine özel serbest zaman bırakılmamış ve televizyon ile beyinleri uyuşturulmuştur. Artık düşünmek hastalık, düşünen ise hastadır. Profösöre göre artık insanlarda 3 özellik eksiktir.
1. Nitelik
Kötü insanlar kitapların ırzına geçtiler.Vasatt yazarlar ise el çabukluğuyla hayat boyu yazdılar. Peki ya iyi olanlar? İyi olanlar sık sık hayata dokundular. Bize onu en ince gözeneklerine kadar gösterdiler. Bize en yeni en taze bilgileri getirdiler. Nitelikli bilgi budur!
2. Serbest Zamanlar
Konuşmak dinlemek düşünmek gözden geçirmek için ayrılan zamanlar. Size neyi nasıl yapacağınızı söyleyen, televizyon duvarları karşısında hipnotize olmadan geçirilen zamanlar. Çünkü televizyon karşısında uyuşan insanların hiçbir şeye isyan etmeye, itiraz etmeye vakti kalmıyor. Halbuki kitaplar bize bağımsızca mantık yürütmeyi, özgürce hayal kurmayı öğretiyordu. İşte bu yüzden de otoriteler kitaplardan nefret etti. Ve onları okuyanlardan korktu.
3.Özgürlük
ilk ikisinden öğrendiklerimize dayanarak bağımsızca aldığımız kararları özgürce uygulama hakkı.
Televizyon
İnsanları uyuşturan, isyan etmelerini ve düşünmelerini engelleyen en etkili araç. Kitap yazıldığı zamanlarda Sosyal Medya yerine televizyon olduğu için insanları uyuşturmak ve provake etmek için televizyon kullanılıyordu. Gerçi günümüzde de pek değişen bir şey yok. Televizyon düşünmeyi ve sorgulamayı engelleyip insanları manipüle ederken, Sosyal Medya ise ona yardımcı olarak düşündüğünü zanneden insanların neyi ve nasıl düşüneceğini kontrol ediyor. Bu sayede günümüzde insanların hem düşünmesini engellenirken düşünen insanlarında ne düşüneceğine karar veriliyor. Hatta bu düşünen insanların ne düşüneceğine karar veren mekanizma için çok güzelde bir örnek var. Bu örneğe Google’da “Pelikan Dosyası”nı aratarak bulabilirsiniz. Aslında bu kitap uyarlaması tiyatro oyununa distopya diyoruz ancak o kadarda gerçekten uzak bir kurgusu yok. Guy Montag’ın karısı bayan Mildred Moltag televizyona çıkıp kendi hikayesini anlatıyor. Tıpkı günümüzde çektiğimiz Vloglar, anlık hikayeler yada paylaştığımız gönderiler gibi. Herkes televizyonda kendi hikayesini anlatıyor. Tüm ülkede başkalarının bu hayatlarını izliyor. Egolarını şişirip aslında olmadıkları bir karaktermiş gibi görünmek için çokça çaba sarf ediyorlar. Kendilerini televizyonda beğendirmek için deformasyona uğruyorlar. Tıpkı günümüz sosyal medyası gibi.
İtfaiyeci Kaptan Beatty
Kitabı okurken daha iyi anlayacağımı düşündüğüm büyük provakatör… İtfaiyenin başındaki kaptan! Beatty. Evlerin duvarları televizyondan olduğu için yangından korunmaları gerekir. Artık bu zamanda yanmaz evler yapıldığı için artık İtfaiyecilerin görevleri yangınları söndürmek değil, yangınları çıkarmaktır. Kitap yangınlarını çıkartırlar! Kaptan Beatty ise herşeyi bilir. Otoritenin kendisidir. Yine bir kitap yangınından sonra Clarisse’nin Montag’ın aklına ektiği düşünce ve merak tohumları yeşirir ve yangından bir kitap aşırır. Ertesi gün ise hasta olduğunu, işe gitmek istemediğini söyler karısına. Ve bu anda Beatty çıkagelir. Gelişen olaylardan kimsenin haberi yokken onun vardır. Montag’ın hasta olmasından, kitaptan… Burada şunu görüyoruz bir kitap okuma niyetine girişmek bile insanı düşünceye sevk ediyor ve insan düşündüğü için hasta oluyor. Beatty, Montag’ı kendi gizli hazinesine götürdüğünde aslında Beatty’ninde bir kitap koleksiyoneri olduğu ortaya çıkması çok ilginç. Fakat daha ilginç olan nokta ise kitap saklamının değil, kitap okumanın kanunlara yasak olduğu. Kitabı okumama şartı ile bir Makavelliden bir kitap armağan ediyor. İşte asıl Spoiler bu noktada. Sanırım kitabı okurken daha iyi anlayacağım. Beatty bu kitabı Montag’a armağan etmesinin sebebi, onu anlaması yada önemsemesi değil. Diğer kitap okuyup, düşünen insanlara erişmek için oynadığı bir oyun diye tahmin ediyorum. Çünkü oyunun sonunda kitapseverler ortaya çıkıyor. Yani düşünenler. Fahrenheit 451 “Dünyanın Adaleti A.Ş.’nin var olmasını istemediği insanlar. Beatty, bu insanlara ulaşmak için Montag’ı bir araç olarak kullanmış olabileceğini düşünüyorum. “Şeytan kendi amacı uğruna, kutsal kitabı bile delil olarak gösterebilir” derken, Beatty kendi amacı uğruna yaktığı kitapları kullanıyor olabilir. Fakat tiyatro oyununda kitapseverlere karşı bir saldırı söz konusu değil. Daha kitabı okumadığım içinde pek doğru bir yorum olmayabilir. Ama böyle bir durum olsa, yani Fahrenheit 451 “Dünyanın Adaleti A.Ş.’nin düşmanı olarak kitap severler karşımıza çıksa güzel olabilirdi.
Kitapseverler
Kitapları okuyup, ezberleyen ardından ezberledikleri kitapları yakıp kendini başka insanlara adayanlar. Palyaço burunu takıp, pelerin giyerek komik görünenler. Zaten amaçta budur. Onlar kitap okudukları, düşündükleri, fikir sahibi oldukları için, düşünmeyenlerin, kendi fikirleri olmayan insanların arasında soytarıdırlar. Kitapseverler, zamane soytarıları… Tüm dünya üzerinde kitap okuma oranı geçmişten günümüze azalıyor mu, çoğalıyor mu bilmiyorum ancak gözlemlediğim üzerine okuyupta, okuduğunu anlamayanların yada okuyup düşünmeyenlerin sayısı hızla artmakta. Okuyup düşünenler, isyan edenler yerine okuyup, öğrenip hiç bir şey yapmayan insanlarla doldu dünyamız. Hergün kadınlara şiddeti okuyoruz, yolsuzlukları, hırsızlıkları, arsızlıkları okuyoruz, dünya üzerindeki zulümleri okuyoruz ve izliyoruz. Peki ne yapıyoruz? Maalesef çağımızda kitapsever olmakta yetmiyor. Tiyatro oyunun içindeki distopyayı çağımızda yaşıyor olmamız bu tiyatro oyunun/kitabını ne kadar distopik yapar?
Serkan Dinç sitesinden daha fazla şey keşfedin
Subscribe to get the latest posts sent to your email.